15 Aralık 2011 Perşembe

ŞOK! BDP LİLER 68 GÜNDE BİR BANYO YAPIYOR !


ŞOK ! BDP LİLER 38 GÜNDE BİR BANYO YAPIYOR.

Emniyetimiz İnsansız kara araçları, insansız hava araçları ve deniz araçları ile bölücü örgüt uzantılarına göz açtırmıyor. Son operasyonlarla beli bükülen , tansiyonu çıkan, tırnakları artık uzamayan ve saçları dökülen örgütün milli ve manevi değerlerimizle nasıl alay ettiği ortaya çıktı.

BDP Lİ YÖNETİCİDEN İTİRAF : KAHVALTIDA DOMUZ ETİ YEMEK MECBURİDİR.

 Geçtiğimiz günlerde Terörle Mücadele Polislerinin yoğun takip sonrası elde ettiği bilgilerle yapılan operasyonda gözaltına alınan bdp li yönetici A.K korkunç itiraflarda bulundu. Bdp li yöneticinin söyledikleri Şok etkisi yarattı. Yönetici, Bdp üye ve yöneticilerin Sabah kahvaltısında domuz eti yediğini, yemeyenlerin ise çiğ sarmısak yedirmekle tehdit edildiğini söyledi. İtiraflar şöyle : Biz bdp binasında kahvaltı yapıyorduk, herşey güzeldi. masada et vardı, ne eti dedim domuz eti dediler, domuz eti yemeyen bdp li olamaz, domuz eti ye domuz gibi güçlü ol dediler. Buna karşı çıktığında ise çinden ithal dandik sarmısakların çiğ halde ağzına doldurulduğunu söyledi.

BUNU DA YAPTILAR ! KANDİLDE DOMUZ ÇİFTLİĞİ
Bdp lileri yediği domuz etlerinin kandildeki domuz çiftliğinden geldiği, kandilde kurulan domuz çiftliklerinden alınan domuzların sürüler halinde yaya olarak istanbula getirildiği ortaya çıktı.

PİS BDP ! BDP LİLER 38 GÜNDE BİR BANYO YAPIYOR

 Yöneticinin itirafları bunlarla da sınırlı değil. Yönetici A.K, bdp liler 38 günde bir banyo yapıyor, yeni olanların 3-5 günde bir banyo yapasına ses çıkarmıyorlar. Ancak zamanla banyo yapmaya şiddetle karşı çıkıyorlar. Banyo için partiden ayrılan nice insanlar oldu. Halk bunu kabul etmez. Mesela Bahoz Erdal 68 gündür banyo yapmıyor, tırnaklarını da 3 ayda bir kesiyor diye konuştu.

 SABAH NAMAZI 3 REKAT !

BDP lilerin manevi değerler üzerindeki saldırısı bunlarla da sınırlı değil. Bdp lilerin sabah namazını 2 sünnet 2 farz olarak değil. 1 sünnet 2 farz kıldığı ortaya çıktı. Örgütün bununla amacı ise halkı dinden soğutmak, boşta kalan bir rekata ise zerdüştlüğü yerleştirmeye çalışmak.
Bdp yöneticisi A.K nin itirafları bunlarda sınırlı değil ayrıntılar birazdan

Malazgirt'te kepenkler açılmadı

Muş'un Malazgirt İlçesi'nde, Bulanık olaylarının 3. yıldönümü nedeniyle esnaf kepenk açmadı.

Muş'un Malazgirt İlçesi'nde, 15 Aralık 2009'da DTP'nin kapatılmasını protesto etmek için Bulanık İlçesi'nde düzenlenen protesto gösterisine yönelik saldırının yıldönümü nedeniyle ilçe esnafı kepenk açmadı. Fırın ve eczanelerin dışında esnafın büyük oranda kepenk açmadığı ilçe sessizliğe büründü.

Azadiya Welat Gazetesi İmtiyaz Sahibi gözaltına alındı

DİYARBAKIR (DİHA) - Azadiya Welat Gazetesi İmtiyaz Sahibi Menderes Öner gözaltına alındı.

Diyarbakır D Tipi Cezaevi'ne görüşe giden Azadiya Welat Gazetesi İmtiyaz Sahibi Menderes Öner, ifadesi olduğu gerekçesi ile Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polisler tarafından gözaltına alındı. İl Emniyet Müdürlüğü'ne götürülen ve burada işlemleri tamamlanan Öner, Diyarbakır Adliyesi'ne getirilerek savcılığa çıkarıldı.

BDP Kadın Meclisi sözcüsü gözaltına alındı

 BDP İzmir Kadın Meclisi Sözcüsü Naile Bali, gözaltına alında.

BDP İzmir Kadın Meclisi Sözcüsü Naile Bali, Bornova'nın Doğanlar Mahallesi'nde öğlen saatlerinde sivil polislerce gözaltına alındı. Bali'nin süren bir davada ifade vermediği gerekçesiyle alındığı belirtildi. Bali'nin ifade vermesi için İzmir Adliyesi'ne götürüldüğü kaydedildi.

BDP gençlik çalışanı gözaltına alındı

KARS (DİHA) - Kars'ın Selim İlçesi'nde, BDP gençli çalışanı Emrah Duman gözaltına alındı. Evine yapılan baskın sonucu gözaltına alınan Duman'ın gözaltı gerekçesi öğrenilemezken, Duman'ın Erzurum'a götürüldüğü öğrenildi.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Tüm Prometheus'lara bedel bir kavgayi göze aldim

Seninle yasamak için
Aramizda
Adem ile Havva'dan beri
Ekilen karaçahlarin sökülmesi,
Yûkseltilen duvarlarin kaldirilmasi gerekir.
Bunun için;
ilk sinif ilk hakim,
Yalanci ve zalim erkekligin yenilmesi
Ve uygarligin çaldigi atesin alinmasi gerekir.

 Bunun için:
Tüm Prometheus'lara bedel bir kavgayi göze aldim
Dünyayi karsimda buldum
Ve Prometheus'un memleketinde haince esir düsürüldüm
Ey kutsal Ana
Ve Sevda Kadini....

Roj TV Türkiye'de yayın yapabilir

 Danimarka'da hakkında kapatma davası süren Roj TV'ye ilişkin RTÜK'teki toplantıda, "Roj TV'nin Türkiye'de yayın yapma hakkı" tartışıldı.

Danimarka'da Roj TV hakkında açılan kapatma davası kararının 16 Aralık tarihinde netleşmesi bekleniyor. Hakkında kapatma davası süren Roj TV, RTÜK toplantısında tartışma konusu oldu. Edinilen bilgilere göre, geçtiğimiz haftalarda RTÜK'ün yapılan toplantısında Kurul Başkanı, Roj TV'nin Almanya'daki yayın yasağının Avrupa Adalet Divanı tarafından kaldırılmasına ilişkin bilgilendirmede bulundu.

Bunun üzerine Kurul'un BDP'li üyesi Ahmet Yıldırım, yasakları eleştirerek, Avrupa Sınırötesi Yayıncılık Sözleşmesi'ni hatırlatarak, "Bu sözleşmeye göre AB üyesi olan ülkelerden ve aday ülkelerden herhangi birisinde yayın yapan bir kuruluş, diğer ülkelerde de yayın yapabilir. Bunun için bir şirket böyle bir talepte bulunursa Roj TV Avrupa'dan yayın yaptığı için Türkiye'de yayın yapabilir" değerlendirmesinde bulundu.
Bunun üzerine kurul üyelerinin de yarı espirili bir şekilde, "O zaman bizde yayın içeriğinden dolayı şirkete ağır cezalar veririz" dedikleri öğrenildi.

CHP’li Karakaş: Barışın muhatabı Öcalan’dır

PERWER YAŞ -ANF
Söyleşi / 09:40 / 14 Aralık 2011
Berlin - Kürt sorununa ilişkin hazırladıkları 7 raporu yeniden gözden geçireceklerini söyleyen CHP Parti Meclis Üyesi Ercan Karakaş, PKK’nin yapacağı bir ateşkes veya eylemsizlik kararını destekleyeceklerini bildirdi. ANF’ye konuşan Karakaş “Barışın muhatabı Öcalan’dır. Onunla görüşmeler yeniden başlamalıdır” dedi.

1991 ve 1995 yıllarında SHP’den meclise giren Ercan Karakaş, 2010 Aralık ayında yapılan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Parti Meclis Üyeliğine seçildi. 1994 yılında bir grup aydınla kurduğu Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV)’in yönetim kurulu başkanlığı yapan Karakaş, Türkiye’deki sosyal demokrat hareketinin önemli isimlerinden biri.

Geçtiğimiz hafta yapılan Sosyal Demokratlar Partisi (SPD) kurultayının davetlileri arasında Karakaş da vardı. Genel başkan yardımcıları Faruk Loloğlu ve Yakup Akkaya ile birlikte Berlin’e gelen Karakaş, CHP’deki Kürt tartışmalarını, ‘Dersim özrü’ ve silahların susması konularında ANF’ye önemli açıklamalarda bulundu.

Şimdiye kadar Kürt sorunu konusunda 7 kapsamlı rapor hazırladıklarını söyleyen Karakaş, yakın bir dönemde bütün raporları gözden geçirerek yeni bir çalışma yapacaklarını bildirdi. Başbakan Erdoğan’ın Dersim çıkışını Kürt sorunundaki çıkmazına bağlayan CHP’li Karakaş, barışın muhataplarıyla yapıldığına dikkat çekerek, Öcalan’la yeniden görüşmelerin başlamasını istedi. İşte Karakaş’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

- Buradan başlarsak, Almanya’daki sosyal demokratlar hareketini iyi tanıyan birisi olarak SPD kurultayını nasıl buldunuz?

Olumlu buldum. 2013 seçimlerine ciddi bir hazırlık yapıyorlar. Aslında hazırlık 2009 seçimlerinden sonra başladı. SPD çok köklü bir parti, 147. yılını yaşıyor. Zaman zaman düşüşleri oluyor. Fakat kendisini yenileme yeteneği olan bir parti. Bunun sonucunu da hemen aldılar; bu yılki eyalet seçimlerinde iyi bir başarı elde ettiler. Şu anda 8 eyalette başbakanları var. Bu kongrede sosyal, ekonomik ve ırkçılığa karşı kabul edilen taslaklar, zan ediyorum 2013’teki seçim kampanyasının esasını teşkil edecek.

Ayrıca üyelerin dışında parti yönetiminde değişik isimlerin söz sahibi kılınması yeni bir şey. Yine başka bir iddiaları var; Avrupa’nın en modern sosyal demokrat parti olacağız. Bu bakımdan kongre iyi bir çalışmaydı. Özelikle de Helmut Schmidt’in gelip kongrede ‘Avrupa parçalanmayacak’ demesi ve ‘nasyonal egoist’ kavramını ortaya atması çok önemli. Biliyorsunuz; Schmidt partinin sol kanadından değildir, orta ve muhafazakar kesimi temsil eder. Ancak o konuşma tarihi bir konuşmaydı ve dünyanın ihtiyacı olan bir konuşmaydı.

‘GÖÇMENLER VE IRKÇILIK UNUTULDU’

- Sizin de bir dönemler göçmenlik hayatınız olduğu için özellikle soruyorum; Almanya’daki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı Türkiye’den nasıl görünüyor?

Açıkçası siyasi partiler bu konuyu uzun yıllar gündeme almadılar. Şimdi de acı bir şekilde gündeme geliyor. Hatırlıyorum 1970’lerde göçmenlerin partilere üye olması bile çok sık rastlanan bir şey değil. Ama şimdi CDU bile üye yapıyor, hatta bakan bile yapıyor. Bu iyi bir şey, bu kurultayda da herkes ırkçılığa deyindi. Konuşmaları samimi buldum. Bu konunun sadece yasalarla olmayacağı ve bir görev olduğu vurgusunu da önemli buluyorum. Yine göçmenler için bir çalışma grubunun oluşturulması da iyi bir şeydi.

Türkiye’ye gelirsek. Türkiye hala göçmenlerin sorunlarıyla yakından ilgilenmiyor. İlk zamanlar malum; işte insanlar çalışıyorlardı, döviz gönderiyorlardı. Ama buradaki partiler gibi Türkiye’deki partiler de uzun süre göçmenlerle ilgilenmediler, örgütleme de yapmadılar. Yavaş yavaş değişiyor, örneğin biz CHP olarak yeni bir iletişim ağı kuracağız, yeni üyeler kazanma yoluna gideceğiz. Irkçılık konusunda Türkiye’de de bir duyarlılık yaratmak gerekir. Çünkü ırkçılık bir ülkeyle de sınırlı değildir, bir beladır. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde popülist politikacılar, yabancıları krizin nedeni olarak gösterip bu politikaları yaygınlaştırıyorlar.

-Peki Türkiye’ye dönerken, sosyal demokratlar için SPD kongresinden neler götüreceksiniz?

Tabii, her ülkenin özel koşulları var. Ama ben buna rağmen ülkeler ve partiler arası etkileşime inanıyorum. Kürt sorunu için de aynı şey geçerli; başka ülkeler de aynı sorunlar yaşamışlar ve bir ölçüde çözmüşler. Bizim koşullarımız özgün olabilir, fakat bir etkileşim de vardır. Modellere bakmak lazım, aynısını almak şart değil. Alttan üste doğru; işte bütün taslakların basılı hale getirilip delegelere dağıtılması önemliydi.

Zaten partiler de üyelerini aktif tutmak için katılım süreçlerini genişletiyorlar. Belediye başkan adaylarının belirlenmesi için ön seçimlerin yapılması ve parti politikalarına üyelerin katılması çok önemli bir şey. Genel olarak partiler ve siyasete olan ilginin azaldığı bir dönemde SPD doğru bir yolda. Bizim de bu örneklere bakmamız lazım, aşağıdan yukarıya doğru, üyeleri aktif hale getirmeliyiz. Ancak Türkiye’deki siyaset çok merkeziyetçi. Partilerimiz lider partisi. Halbuki partileri program ve üye partisi haline getirmemiz gerekir. Bir başka konu da Türkiye’de partiler üyelerini eğitmiyor.

‘AÇILIMIN İSMİNİ BİLE VEREMEDİLER’

- Türkiye’deki partilerin en büyük çıkmazı da Kürt sorunu. Bunu en derin yaşayan da galiba AKP iktidarı. İkinci yılı dolan ‘açılım’ bir kelime oyunu muydu?

Başbakan, bir açılım yapacağını söyledi ve herkes ‘silahlar susup, barış ortamına gelecek miyiz’ diye umutlandı. Fakat gördük ki daha isim konusunda bile hükümet zigzag çizmeye başladı. Kürt açılımı, demokratik açılım oldu. Sonra birlik, beraberlik açılımı oldu. Zaten bu isim krizinde de görüldü ki meselenin ciddi şekilde ele alınmadığı, programa bağlanmadığı gördük. Nitekim başbakan, bir yıl önce Diyarbakır’da ‘Kürt sorunu vardır, benim sorunumdur’ derken ‘Kürt sorunu yoktur’ dedi.

Bu yaklaşım, içerik eksikliğini gösteriyor. Bir temel sorunu çözecekseniz; önce onu gündeminize alırsınız, tartışırsınız ve kendi ilkeleriniz açısından bir çözüm önerisi bulursunuz. Sonuçta da bunu yazılı olarak parti görüşü olarak gündeme getirirsiniz. Türkiye’deki en büyük hatalardan biri; sözlü siyaset yapılmasıdır, yazılı siyaset yapılmıyor. Eğer yazılı yaparsanız, onu takip etmeniz ve kitlelerin desteğini almanız da kolay olur.

‘DERSİM, BECERİKSİZLİĞİ ÖRTME GİRİŞİMİYDİ’

- Hükümetin yazılı yapmadığı çalışmalardan biri de son dönemlerde Dersim tartışmalarıydı. Erdoğan’ın o ayak üstü özrünü neye bağlıyorsunuz?

Bence Dersim de açılımla ilgili bir konuydu. Başbakan ‘Kürt sorunu yoktur’ demişti. Bu arada Hüseyin Aygün ile yapılan söyleyişi yayınlanınca, bunu CHP’yi köşe sıkıştırmak için ve açılım konusunda kendi sorumluluğunu unutturmak için bir il başkanları toplantısında tamamen gelişi güzel, bir araya sıkıştırılmış bir sözle ‘Literatürde varsa özür dilemek, biz de özür diliyoruz’ dedi. Halbuki bu iş ciddi bir iş. Mesela; biz dedik ki mecliste faali meçhul cinayetleri araştırma komisyonu kurulsun. Onunla da yetinmedik; son 30 senede orada yaşananları araştıracak Kürt sorununda hakikatler komisyonunun kurulması için milletvekillerimiz mecliste önerge verdiler. Bu iki komisyon, AKP’li milletvekillerinin oylarıyla red edildi.

Dersim’e gelirsek; Başbakan’ın çıkışı tamamen siyasi beceriksizliğini örtme girişimiydi. Ayrıca Dersim ile ilgili bir başka mesele var; Alevi yurttaşların sorunları. Hükümet Alevi çalıştayları yapmıştı; ben de onun siyasi kısmına katılmıştım ve orda da dile getirdim; şimdi Alevi yurttaşların zorunlu din dersleri ve Cem evleri ile ilgili talepleri çok kolay çözülecek taleplerdir. Bu konuda 12 maddelik bir taslak hazır; CHP ve BDP buna evet diyor. O zaman buyursun; meclisten bunu geçirsin. Ama hiçbir adım adım atılmıyor. Çünkü AKP’nin lider kadroları Aleviliğe bir sapma olarak bakıyor. Kısacası Başbakan Dersim konusunda samimi olsaydı ertesi gün Alevi yurttaşlar için bazı pratik adımlar atardı.

- Ama diğer taraftan Dersim konusunda CHP de net bir tavır almadı. Hem Hüseyin Akgün’e sahip çıkılmadı, hem de Diyarbakır il başkanı aynı gün görevden alındı.

Hüseyin Akgün’ün Dersim konusunda 4 kitabı var, bunlardan ikisini okudum. Sorununun çözümü için yıllardır çalışıyor, AİHM’e gitmiş davaları da var. Böyle bir insanın meclise geldikten sonra 20 yıldır takip ettiği sorunu konusunda hassas olması çok doğaldır. Söylendiğinin aksine bu konuda çalışma yapıyor diye partiden her hangi bir ceza gelmemiştir. Gerek Dersim konusunda gerekse geçmişte yaşanmış diğer konularda tarihi ile yüzleşmemiz gerekir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun da söylediği gibi; bunu yeni bir sorun yaratmak için değil, toplumsal barışı getirmek için yapmamız gerekir.

Örneğin Almanya’da öldürülen göçmenler için meclis özel gündemle toplandı, soruşturma komisyonları kuruldu. Yine İsveç’te yetimhanelerdeki mağdur çocuklar için özel özür töreni düzenlendi. Aynı şey niye Dersim için yapılmasın? Bizim önerimiz şu; Arşivler açılsın ve araştırma komisyonu kurulmasını istiyoruz. Geçen hafta bu konuda BDP, CHP’den önce bir önerge verdi ve AKP’nin oylarıyla red edildi.

‘BDP İLE ORTAK ÇALIŞABİLİRİZ’

- BDP ve CHP’nin bu konuda neden ortak çalışmaları yok?

Ben mecliste değilim, tabii ki destek verilmeli. Bu konuda meclisteki bütün grupların ortak çalışmaların olması gerekir.

- Peki Diyarbakır il başkanının aynı görevden alınması tesadüf müydü?

Partilerde sık sık görev değişiklikleri olabilir. Eskileri alınır, yenileri getirilir. Diyarbakır’ı bu kapsamda ele almak gerekir. O güne denk gelmesi ayrı bir tesadüf.

- Seçilmiş bir tesadüf müydü?

Ben öyle düşünmüyorum. Çünkü Diyarbakır’da bir yeniliğin yapılması için aylar öncesinde konuşuluyordu. Daha geniş bir çevreye hitap edecek bir yönetimin getirilmesi gündemdeydi. Bizim Dersim konusunda tavrımız nettir, tekrar söylüyorum; arşivler açılmalı, komisyonlar kurulmalı ve bu toplumsal barışa katkı sunmalı. Kimse de bana ‘niye düşünüyorsun?’ demiyor.

- Bu aralar CHP’nin yeni çalışması olacak mı?

1989’da daha Kürt sorunu tartışılmazken benim de hazırlık sürecinde yer aldığım Kürt raporu ile SHP bir çığır açtı. Oldukça güçlü bir rapordu. Esasında da “Türkiye’nin böyle bir sorunu var ve çok yönlü bir sorun. Bir güvenlik sorununa indirgenemez, sosyal, ekonomik ve kimlik boyutları var” şeklinde tespitler vardı. Sonra biz bu rapora daha değişik raporlar ekledik.

Kürtçe eğitim ve Kürdoloji konularında kurultay kararlarımız var. Bölgeye yaptığımız gezilerden sonra da örneğin Tunceli Raporu veya Yüksekova Raporu gibi çalışmalarla çözüm önerilimizi tekrar ettik. Yani aşağı-yukarı 7 kapsamlı rapor ve birçok kurultay kararı elimizde var. Belki güncel olarak şunu söyleyebilirim; bütün raporları yeniden elden geçirerek, çözüm önerilerini de içine alacak şekilde yeni bir çalışma yapmamız gerekir. Bu konuda bazı çalışmalar var.

‘KÜRT SORUNU BİZİM RAPORLARLA KONUŞULUR HALE GELDİ’

- Peki bu raporlar işe yarıyor mu?

Raporlar şöyle işe yaradı; biz ilk raporu yayınladığımızda Özal dahil herkes bizi suçladı. DGM bizim ve kurultay hakkında dava açtı. Türkiye’de Kürt sorununun konuşulur hale gelmesinde SHP’nin ve daha sonra CHP’nin bu tutumunun çok faydası var. Bu raporların hepsine tekrar bakılıyor; akan kan nasıl durur, bütün dünya örneklerine de bakılarak dağdaki insanlar nasıl siyasete katılacak gibi konularda kafa yorma devam ediyor.

- Ama aynı dönemde ‘KCK operasyonları’ adı altında yüzlerce insan tutuklandı.

AKP yönetimi ‘ileri demokrasi’ diyor. Fakat ben normal demokrasinden bile yana olduğunu görmüyorum. Gerçekten onlarda otoriter bir demokrasi anlayışı var. Basın, ifade özgürlüğü çok büyük oranlarda zedelendi. KCK davasını da böyle değerlendirmek lazım; Zarakolu olsun, Prof. Dr. Büşra Ersanlı olsun, bu insanların içeriye alınması kamu vicdanını yaralıyor. Bu insanlar fikir insanları, yazdıkları ortada.

Yine Diyarbakır’da kelepçeli fotoğraf vardı, bunların hepsi demokratik bir ülkede olmayacak şeyler. Çünkü yasama, yargı, yürütme birbirine içine geçti. Kürt sorunu çözülsün, silahlar sussun diyoruz. Bunun koşulu da insanların sivil alanda örgütlü serbestçe siyaset yapmalarıdır. Ama bu alanı da daraltıyoruz. O zaman bir çelişki ortaya çıkıyor, çıkmaz da buradan kaynaklanıyor.

‘ÖCALAN İLE GÖRÜŞMELER YENİDEN BAŞLAMALI’

- Yeni bir silahların susma sürecini destekler misiniz?

Sorunun çözümüne yardımcı olacak, çatışmaların önünü kesecek her türlü süreci destekleriz. Bu sorun çözülecekse; bu sorunun tarafları var. Dünya örnekleri gösteriyor ki bu taraflar bir şekilde konuşuyorlar, bir uzlaşı arıyorlar, silahları susturacak bir ortamın yaratılmasına çalışıyorlar. Nitekim devletin yetkilileri de Öcalan ile bu görüşmeleri yapmışlardır. Çatışmalar devam ediyor, bunun son bulmasını ve herkesin demokratik hayata katılmasını istiyoruz. Hükümet bunu sağlamak için elbette bu görüşmeleri yeniden yapmalıdır. Yani barışı yapacaksak, barış tarafları ve muhatapları ile oluyor.

BDP “biz meşru alandaki kısmını yaparız, ama silahlar başka bir örgütün elinde olduğu için o örgütle görüşmeniz gerekiyor” diyor. Doğru bir tavır, çünkü İngiltere ve İrlanda’ya bakıyoruz; elinde silah olanlar barış yapmak için bir şekilde bir diyalogu kuruyorlar. Barış yapacaksanız; bunun muhatabı da Öcalan’dır ve onunla görüşmeler yeniden başlamalı.

- CHP’nin içinde sizin gibi düşünmeyenlerin sayısı fazla. Zorlanmıyor musunuz?

Elbette CHP içinde de farklı düşünceler var, diğer kitle partilerinde olduğu gibi. Fakat bir mesele bütün boyutlarıyla tartışıldığı zaman, Kürt raporlarında olduğu gibi CHP içinde bir çoğunluk sağlanıyor. CHP tabanı, sorunun çözümünden yana olan, barışın egemen olmasından yana olan bir tabandır. Yeter ki bu meseleye derli toplu bir bakış ortaya konulsun.

ANF NEWS AGENCY

CHP'li Aygün: 1935’teki mantıkla 1994’teki aynı

Dersim olayları ile ilgili sözleri partide eleştirilere neden olan CHP'li Hüseyin Aygün'den yine tartışılacak açıklama geldi. Aygün, 1994 yılındaki faili meçhullerden söz ederken ''1935'teki mantık neyse 1994'teki de odur'' dedi.

CHP'li Aygün: 1935’teki mantıkla 1994’teki aynı TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun bünyesinde oluşturulan, terör ve şiddet olaylarına ilişkin alt komisyon, 1994 yılında Tunceli'de faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin yakınlarını dinledi.

Dersim olaylarıyla ilgili yaptığı açıklamalar nedeniyle CHP'de parti içi sert tartışmalara neden olan Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün de komisyon toplantısına katıldı.

Hüseyin Aygün, 1994'te Tunceli'de işlenen faili meçhul cinayetleri, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan Dersim olayına benzetti.

Aygün, şunları söyledi: “1994 sonbaharında 16 köylü kayboldu. 40 bin kişi göç etmek zorunda kaldı, yüzlerce köylü kayboldu. 1935-36 raporlarında dağınık yapıyla ilgili önemli tezler var. 1994'teki mantık neyse 1935'teki mantık da odur.

13 Aralık 2011 Salı

TÜRK TV LERİNDEN MÜTHİŞ BOMBA ! KCKPARASİ FARKIYLA (MA BİZDE İZLİYORUZ)


GÖZLERİN DE GÖRMÜYOR BU HALE NASIL GELDİN?
    ANA SÖZÜ DİNLEMEDİM TERÖRİSTLER KAÇIRDI.

37-0'lık maçta şike şüphesi

Hatay U-17 takımlarından Kırıkhanspor ile Hassaspor arasında oynanan lig maçının 37-0 sonuçlanması üzerine liderliği averajla kaybeden Karayılan Belediyespor, maçta şike olduğu iddiasıyla tahkime gitme kararı aldı.
İSKENDERUN - İskenderun Karayılan Belediyespor’un 25 gol averajı birinci olduğu grupta kendisine en yakın rakibi Kırıkhanspor’un Hassaspor takımını 37-0 yenerek 12 gol averajı ile liderlik koltuğuna oturduğunu belirten Karayılan Belediyespor antrenörü Ali Gülmez, şurnyarı söşledi:

"Maçın 37-0 tescil edildiğini bugün öğrendim. U-17 maçlarının her yarısı 40’ar dakika oynanıyor. Taç olmadı mı? Aut olmadı mı? Ofsayt, faul olmadı mı? Bunlar olsa birer dakika oynansa 80 dakika doldurulur. Takım 13-15 gol atsa. Rakip zayıftı oyuncuları eksikmiş diye düşünülebilir. Dünyada eşi görülmemiş bir olay. Hatay’da olması mümkün olmayan bir şey bu, maçta her vurulan top nasıl gol oldu anlayamadık. Bu işte şikenin, şaibenin olduğunu düşünüyorum.

Kırıkhan’ın yenmesi normal. Normal bir skorla yense herhangi bir sıkıntı yok. Biz onuncu on birinci haftaya gelindiğinde 25 gol averajla öndeydik. Hatta statü gereği beraber kaldığımız maçta deplasmanda attığımız golün avantaj olmayacağı statüde yazılıydı. O yüzden 37-0 maçı alarak bizim 12 gol üzerimize çıktılar. Nasıl oluyor da önceki oynadıklarında 3-1 kazandıkları maçı ikinci oynamalarında 37-0 kazanıyorlar. Bunu anlamak mümkün değil. Tahkime gideceğiz, itiraz dilekçemizi verdik."

Futbolcularının bir yıllık emeğinin boşa gittiğini belirten Ali Gülmez, "Yapılan antrenmanların boş olduğunu gördük. Takım olarak hiçbirimizin neşesi kalmadı. Çocukların bir yıl boyunca hayallerin süsleyen şampiyonluğun gittiğini gördük. Artık kalan iki maça da öylesine çıkıp oynayacağız. Tescil edilen maç içinde yapılacak bir şey kalmadı. Şike yapılsın diye mi ligler oynatılıyor? Kuvvetli olanlar bu işi götürüyor. Bundan sonrası yetkililere kalmış. Gereğini yapmalarını istiyoruz" diye

Cemaat'in Cemevi'ndeki ‘truva atı’ deşifre oldu!

Amasya, Tokat, Sivas gibi birçok ilde, Fethullah Gülen cemaatine yakın çevreler tarafından farklı isimlerle kurulan, “Alevi Bektaşi” dernekleri, Alevilerin tepkisini çekiyor. Merzifon Piri Baba Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Cengiz Doğmuş, “İçimize Truva Atları sokmayacağız” diyerek Cemaat'in bu girişimlerine tepki gösterdi.

17 dernekten oluşan Amasya Alevi Bektaşi Dernekler ve Vakıflar Platformu, Merzifon Piri Baba Kültür ve Dayanışma Derneği Cemevi’nde ortak bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada, hem Fethullah Gülen Cemaati'ne yakın kişilerin “Alevilik, Bektaşilik” adı altında dernekler kurup, "yardım çalışması" adı altında, Aleviler'in içine sızmaya yönelik girişimleri olduğuna; hem de AKP iktidarıyla birlikte Aleviler'e yönelik ayrıştırma, asimile etme girişimlerinin hızlandığına dikkat çekildi.

Hükümetin Alevi köylerine cami yaptırıp kadrolu imamlar atadığına vurgu yapılan açıklamada, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda da Sünni inancının, zorunlu din dersi olarak Alevi çocuklarına zorla dayatıldığı ifade edildi.

Amasya Alevi Bektaşi Dernekler ve Vakıflar Platformu aına ortak hazırlanan ortak açıklmayı okuyan Merzifon Piri Baba Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Cengiz Doğmuş, Fethullah Gülen Cemaati'ne yakın ve Alevi olmayan kişilerin Alevi Bektaşi dernekleri kurmasının altında gizli anlamlar olduğunu söyleyerek, “İçimize Truva atları sokmayacağız” diye tepki gösterdi.

Birkaç ay önce Merzifon’da “Turna Alevi - Bektaşi Kültür ve Eğitim Derneği”nin Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen ve cemaat içinde daha önce aktif görev yapan kişiler tarafından kurulduğuna ve derneğin yardım faaliyeti bahanesiyle ciddi paralar harcadığına dikkat çeken Doğmuş, “Kimlerin desteği ve himayesiyle hareket ediyorsunuz? Sizi destekleyen ve himaye edenlerin arasında, Çorum Hitit Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Osman Eğri mi, Diyanet mi ve en önemlisi Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen mi var” diye sordu.

Doğmuş, “Fethullah Gülen Cemaati, asimilasyon politikalarına ortak olmakta, hatta bu asimilasyonu hızlandırmak için tehlikeli adımlar atmaktadır. Bu dernek şu anda sözde Alevilik ve Aleviliğin sorunlarını çözmek adına görev yapıyor. Bizlere de bunu yemek ve yutmak düşüyor. Buradan yeniden sesleniyorum; bizler sizin neye hizmet ettiğinizi ve ne yapmak istediğinizi çok iyi biliyoruz. Bu oyun tutmayacak ve bu oyuna alet olan Alevi kökenli üye ve yöneticilerinizi de toplumumuzda deşifre edeceğiz. Asimilasyon bir insanlık suçudur. Bu suça ortak olanlar da bir gün gelecek, ilahi adalet karşısında hesap vereceklerdir” diye konuştu.

Emekçi semtlerinde polis terörü

İstanbul - İstanbul'un üç semtinde evleri basan ve kapılarını kırarak dernek binalarına giren polis, halkın tepkisine de gaz bombalarıyla yanıt verdi.

Alibeyköy, Çağlayan ve Nurtepe'de bugün sabahın erken saatlerinde evlere baskın düzenleyen İstanbul polisi, iki derneğe de kapısını kırarak girdi. 20'yi aşkın kişiyi gözaltına alan polis, operasyonlara tepki gösteren halka da gaz bombasıyla saldırdı. Nurtepe'yi ise saatlerce abluka altında tuttu.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi polisleri, "DHKP-C Operasyonu" adı altında bugün Alibeyköy, Çağlayan ve Nurtepe'de çok sayıda eve baskın düzenledi. Polis, Nurtepe'de Temel Haklar Derneği ile TAYAD binasının da kapısını kırarak içeriye girdi.

Nurtepe'de polisin baskınlarına tepki gösteren halk da, şiddetin mağduru oldu. Görgü tanıklarının anlattığına göre, polis, gözaltına alınmak istenen gençlere sahip çıkan kadınlara da "Sizlerin de evlerinize geleceğiz" diye tehditlerde bulundu, kufürler etti.

Baskınlar sırasında çıkan çatışmada, polis, Nurtepe İlköğretim Okulu'nun yakınında da gaz bombası kullandı.

MAHALLE SAATLERCE ABLUKA ALTINDA TUTULDU

Gözaltı operasyonu sırasında Nurtepe, sabah saat 05.00'den saat 13.00'e kadar polis ablukasında tutuldu.

Temel Haklar Derneği üyelerinin, polisin şiddetini protesto etmek için Nurtepe'deki parkta yapmak istediği açıklamada engellenmek istedi. Dilan pastanesi önünde açıklama gelen dernek üyeleri, baskılara boyun eğmeyeceklerini belirtti.

EN 20 KİŞİ GÖZALTINDA

Baskınlar sonucu gözaltına alınan en az 20 kişi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ne götürüldü. Aynı operasyon kapsamında Samsun'da gözaltına alınan bir kişinin de İstanbul'a getirildiği öğrenildi.

Halk Cephesi üyeleri, baskınları protesto etmek ve arkadaşlarına sahip çıkmak için İstanbul Emniyet Müdürlüğü önünde oturma eylemi başlattı. Burada açıklama yapan Sibel Kırlangıç, Nurtepe'ye polisin daha önce de defalarca saldırı düzenlediğini belirterek, "Tüm bu saldırılar öylesine yapılmış saldırılar değil. İyi biliyoruz ki, bu saldırılar, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne dönük saldırılardır. Bu saldırılar hak ve özgürlük mücadelesine dönük saldırılardır. Bu saldırılar İstanbul'un yoksul gecekondularında 1 milyon evi rahatça yıkabilmek için yapılan saldırılardır" dedi.

Derneklerini büyük bedellerle kurduklarının altını çizen Kırlangıç, "Düşünce ve ifade özgürlüğümüz için yıllardır bedel ödüyoruz. İşte tüm bunlardan dolayı vazgeçmeyeceğiz değerlerimizden" diye konuştu.

Kırlangıç, gözaltında tutulan arkadaşları serbest bırakılıncaya kadar oturma eylemine devam edeceklerini duyurdu.

ANF NEWS AGENCY

12 Aralık 2011 Pazartesi

Zabıta bahçesinde çocuklara sopalı işkence görüntüsü

İSTANBUL (DİHA) - İzmir'de polis karakolundaki işkence görüntülerinin yeni adresi AKP'li Fatih Belediyesi'nin Zabıta Müdürlüğü binasının bahçesi oldu. İşportacı oldukları düşünülen ve yaşları 10-15 arası değişen 4 çocuğun, zabıta binası bahçesinde sopalarla darp edilmesi kamera ile kaydedildi.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda kabul edilişinin 63 yılı sebebiyle İnsan Hakları Haftası etkinlikleri sürerken, her gün yeni bir işkence görüntüsü ortaya çıkıyor. İzmir'de polis karakolundaki işkencenin kamera görüntülerinin medyaya yansımasının ardından bu kez de işkence görüntüleri, AKP'li Fatih Belediyesi'nin Zabıta Müdürlüğü Seyyar Ekip ve Nöbetçi Amirliği binasının bahçesinden geldi.

Amatör kamera ile çekilen görüntülerde işportacı oldukları ve zabıta ekiplerince yakalandıkları düşünülen yaşları 10-15 arası değişen 4 çocuk, önce Fatih Belediyesi'nin hemen yanındaki Zabıta Müdürlüğü Seyyar Ekip ve Nöbetçi Amirliği binasının bahçesindeki banka oturtuluyor. Daha sonra ise bankta oturan çocukların yanına gelen sivil giyimli ve sivil polis olduğu düşünülen şahıs, elindeki sopayla çocukları darp etmeye başlıyor. Çocuklar ise çaresiz bir şekilde "işkence seansının" bitmesini tepkisiz bir şekilde bekliyor. Ardından olayı binanın içinden iki üniformalı şahısın gelmesi ile işkence seansı son buluyor. Çocukların üniformalı şahıslar tarafından götürüldükleri sırada çekilen görüntülerde ise çocukların yürüyemez hale geldiklerinin görüntülenmesi ise işkencenin vardığı boyutu ortaya koymaya yetiyor. Üniformalı iki kişinin ise "polis ya da zabıta görevlisi mi" oldukları görüntüde net olarak anlaşılmıyor.

Görgü tanıklarının anlatımlarına göre ise, çocuklar dakikalarca "sopalı işkence seansına" maruz kaldı.

Erzincan'da depremzede öğrencilere ırkçı saldırı

VAN (DİHA) - Van'da meydana gelen depremin ardın Erzincan'ın Çaylı İlçesi'ne gönderilen 44 depremzede öğrenci ırkçı saldırıya maruz kaldı. Olayı duyan öğrencilerin Van'daki aileleri Milli Eğitim Müdürlüğü'ne yürüyerek, çocuklarının geri getirilmesini istedi.

Van'da meydana gelen iki depremin ardından, okullarda oluşan hasardan dolayı öğrenciler başka şehirlere nakledildi. Van ve ilçelerinde okuyan lise son sınıf öğrencileri başka bir ilde okumak için Van Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvurdu. 44 öğrenci tercih verdikleri 3 ildeki okullarda yer olmadığı gerekçesiyle Erzincan'ın Çayırlı İlçesi'ne gönderildi. 3 haftadır Çayırlı Lisesi'nde eğitimlerine devam eden öğrenciler, geçtiğimiz gün okudukları okulda bir grubun jiletli saldırısına maruz kaldı. Öğrenciler ile yaptığımız görüşmede, öğrenciler Kürtçe konuştukları için tehdit edildiklerini ve jiletli saldırıya maruz kaldıklarını kaydetti. Öğrenciler, olayı öğretmenlere anlattıklarını ancak bir öğretmenin de kendilerine küfür ettiğini söyledi. Öğrenciler, "Bizi buradan çıkarın. Çıkarmazsanız kendi imkanlarımızla geliriz" dedi.

Aileler Milli Eğitim'e yürüdü

Bu baskıların ardında öğrencilerin telefonla ailelerine haber vermeleri üzerine, aileler Van
Milli Eğitim Müdürlüğü'ne yürüdü. Olaya tepki gösteren aileler, çocuklarının Van'a geri getirilmesi için Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe verdi. Saldırıya uğrayan öğrencilerin velilerinden Hacı Aktağ, öğrencilerin oradan geri getirilmesini istedi. Veliler, çocuklarının geri getirilmesi için Milli Eğitim Müdürlüğü'ne dilekçe verdi.

Savaş resmen başladı!


Cübbeli Hoca'nın tutuklanmasından sonra İsmailağa cemaatine ait internet sitesinde isim verilmeden Fethullah Gülen eleştiri yağmuruna tutuldu
Cemaate ait internet sitesinde "CÜBBELİ HOCA'YA YILDIRMA OPERASYONU" başlığıyla yayınlanan açıklama şöyle:

"Cübbeli Hocamızın ifade vermeye çağrıldığını duyunca çok şaşırmadık. Dostu vardı düşmanı vardı bu insanın. Şaşırmasına şaşırmadık ama yaşananlar bizde büyük şüpheler meydana getirdi. Bunun bir soruşturmadan çok sindirme, bezdirme ve yıldırma operasyonu olduğunu tahmin ediyorduk.

Önceki günden beri medyayı takip ediyoruz. Haber sitelerini yakın takibe aldık. An be an gelişmeleri izliyoruz.

AJANS OLACAKLARI BİLİYORDU

Olayın geliştiği gün Cübbeli Hocamızdan 4-5 ay önce ayrılan "koruma" adı verilen bir adamın gözaltına alınmıştı. Bir haber ajansı sanki önceden hazırlanmış ve ellerine verilmiş gibi "Cübbeli Hoca, koruması ve şoförü gözaltına alındı" diye geçtiler haberi. Tabi diğer ajanslar tarafından kısa sürede düzeltildi. Ama burada bir kastın olduğunu anlıyoruz. Ya da olacakları birileri biliyordu da acele mi edilmişti? Bu da ayrı bir soru işareti.

Cübbeli Hocamız akşam sohbetinde "o kişi korumam değil, bizden ayrıldı ve şoförüm de göz altında değil burada" diyordu. Ama nedense bütün haber siteleri ısrarlar "şoförü ve koruması gözaltına alınan" diye bahsediyordu.

Ayrıca yine aynı kaynaktan beslenen haber siteleri: "Cübbeli bir operasyonla gözaltına alındı" diyordu.

Ve en ilginç olanı ise Cübbeli Hoca'nın "çeteden yardım istediği" iddiasıydı.

Hiç kuşku yok ki, Cübbeli Hocamız büyük bir iftira ile karşı karşıyadır ve bir yerden emir almışcasına bilgisiz ve belgesiz yapılan bu haberler "karalama operasyonunun" bir ürünüdür.

SAVCI İŞKENCESİ Mİ?

İş geliyor, geliyor ve savcıda kilitleniyor.

İfadesi alınacaklar arasında Cübbeli Hoca'nın ilk olarak getirildiği halde ifade alınmasında en sona bırakılması ve ifade sürecinin geç saatlere kadar sürmesi bin türlü hastalıkla boğuşan Cübbeli Hoca'ya yapılan işkence sürecinin sadece bir parçası olsa gerek.

DİYALOGCULARIN SON HAMLESİ

Olayın başından itibaren sosyal paylaşım sitelerinde yapılan yorumlardan şöyle bir kanaatin oluştuğunu anlıyoruz: "Bu bir karalama ve sindirme operasyonudur, hükumeti ele geçiren diyalogcuların son hamlesidir" Yüzdelik orana vurursak her halde %95'ininbu görüşte olduğunu söyleyebiliriz. Haklılık payı var veya yok ama insanlarımızın kanaati bu yöndedir. Halk atılan iftiraların farkındadır...

Kitap meşguliyetinden, vaaz kürsülerinden evine bile zor uğrayan ilim aşığı insanı ahlaksız ilişkilere yakıştırmak, çete ile ilişkilendirmekle itibarını zedeleyeceğini zannedenler varsa boşa kürek çektiklerini unutmasınlar. Hatırlarsınız bazı gurupların "hizmet" dedikleri şeyleri eleştirince de "ergenekoncu" iftirasını atmışlardı.

UTANMAZ HAKAN!

Gel gelelim çıktığı kabuğu beğenmeyen Ahmet Hakan'a. Arkadaş sen ne terbiyesiz adamsın. Baban ile omuz omuza namaz kılan insanları nasıl da lekeliyorsun. Hiç içeriği hakkında bilgin olmadığı halde nasılda iftira ediyorsun. Şu camiadan hiç mi vicdan kırıntısı kalmadı içinde? Senin hiç mi utanman yok? Sende diyeceksin ki: "Evet yok, bu gece alemleri insanda ne ahlak, ne vicdan bırakıyor, haramlar insanın kalbini taştan katı yapıyor." Sen bunu da diyemezsin çünkü o kadar düşmüşsün...

HÜKÜMETİ ELE GEÇİRDİLER

Küçük bir boşlukta hükümeti ele geçirenler bakın nasılda işlere kalkışıyor. Hükümeti elinde bulunduran asıl güçler nasıl da karşısındaki engelleri tahrip ediyor. Okyanus dalgaları bakın nasıl Türkiye'ye vuruyor...

Haydi, gün sizin gününüz ey münafıklar, haydi havalara uçun ey bidatçiler. Yaptığınızla övünün ey diyalogcular. Keyfini çıkarın ve Hocamızın düşürüldüğü durumu keyifle sayredin bakalım. Seyredin ki, belki birdaha böyle bir manzara bulamazsınız

11 Aralık 2011 Pazar

İran: Malatya'yı kesinlikle vururuz

İranlı üst düzey bir milletvekili İran'a karşı uygulanacak her hangi bir saldırı durumunda "kesinlikle" Malatya'daki füze kalkan sistemini hedef alacakları söyledi.

İranlı üst düzey bir Devrim Muhafızı komutanının "Olası saldırıda ilk önce Türkiye'deki NATO füze kalkanı vururuz, daha sonra diğer hedefler yöneliriz" açıklamalarının ardından bu kez bir milletvekili aynı tehdidi yineledi.

İran Meclisi Dış Politika ve Ulusal Güvenlik Komisyonu Başkanvekili Hüseyin İbrahimi, İran silahlı güçlerinin Türkiye'de kurulması kesinleşen NATO füze kalkanı sistemini etkisizleştirmek için planlarının olduğu, yapılacak her hangi bir saldırı durumunda ise söz konusu kalkanın "kesinlikle" hedef alınacağını söyledi.

Şark Gazetesine konuşan İbrahimi, "Uygulanacak herhangi bir saldırıda, Türkiye'deki füze kalkanı sisteminin hedef alınması İran'ın doğal hakkıdır ve kesinlikle bunu yapacak. Silahlı Kuvvetlerimizin bu sisteme karşı önceden üzerinde çalışmış plan ve taktikleri var" dedi.

İbrahimi, Türkiye'deki kalkan sistemine karşı, Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacizade'nin iki hafta önce ifade ettiği sözlerin yerinde olduğunu söyledi.

İranlı vekil, "Füze kalkanı sistemi NATO'ya ait olsa da Türk topraklarında yer almaktadır ve hedef alınması bir nevi Türkiye'yi tehdit etmek anlamına gelmez mi ?" sorusuna karşılık, "Bu sistem, aslında Siyonist rejimi koruma amacını taşıyor. NATO adı altında İsrail için yapılıyor. Bu, topraklarında sitemin kurulmasına izin veren Türkiye'nin bir sorunudur. Türkiye bunu yapmamalıydı" yanıtını verdi.

İbrahimi sözlerine şöyle devam etti: "Meclisin Milli Güvenlik Komisyonu'nda Türkiye ile ilişkileri yakından inceliyoruz. İran, füze kalkanının Türkiye'de kurulması gündeme geldiğin itibaren bu işin kötü sonuçları hakkında Ankara'ya uyarılarda bulundu. Tuğgeneral Hacizade'nin sözleri de tamamıyla doğrudur. Saldırıya uğradığımızda kendimizi savunmamız doğal bir meseledir." (dha

Kürt Tekwandosu Kayıtları Başlamıştır...


Kürt Tekwandosu Kayıtları Başlamıştır...

Köklerini derin Çin tarihinin en egzotik ve direngen Kürt damarından alan Tekwando sanatının Kung-Fu ile olan bağlarını bilmeyen yoktur vardır.
Ezilenin iktidar ile olan ritüel dansına diş bilediği şu zamanların en eylemsel metodun da Kürt Tekwandosundan geçtiğini başta Çomskî ve Wollerştayın da hem fikir.

... Döner tekmenin, duçaginin ve daha pek çok hareketin 5.stratejik hamlede bir yöntem olacağına olan inanç günden güne artarken, Bu sanatın piri û miri Hasip Kaplan (Eski Çin kaynaklarında Kaplanato Takişa Hasipomata diye geçtiği de söylenir) şu günlerde BDP Karate ve Van Daym Atölyesinde dersler verecek. Meclis, emniyet ve il binası gibi mekanlarda da pratik sergilenecek.

Tüm halkımıza duyurulur....

Zaman'dan 'ibretlik' yalan


Zaman Gazetesi'nin dün birinci sayfadan verdiği Şemdinli'de bulunan ve 2 HPG'liye ait olduğu belirtilen kemiklere ilişkin "PKK'dan 'ibretlik' gözdağı: 2 militanı diri diri yaktılar" başlıklı haberin yalan olduğu ortaya çıktı.
HAKKARİ - Son dönemde yapılan ve hükümete yakın birçok medyada yer bulan yalan haberlere her gün yenisi ekleniyor. Köylerinde gözaltına alınan ve savcılığa bile çıkarılmadan serbest bırakılan sıradan yurttaşları "PKK'nin bombacısı yakalandı" şeklinde haberleştiren, polis tarafından alındıktan sonra savcılıkça bırakılan baba ve iki oğlunu "Bombacılar suç üstü yakalandı" diye yansıtan, yine gözaltına alınan her sıradan yurttaşı, "PKK'nin üst düzey sorumlusu" diyerek psikolojik savaşın gereğini yerine getiren gazetelerin haberleri yayınlanır yayınlanmaz ilgili kişiler tarafından yalanlanmasına rağmen, söz konusu haberler yapılmaya devam ediliyor.

Zaman Gazetesi'nin, en son İbrahim Ökür ve Mehmet Güngör imzasıyla birinci sayfadan yayınladığı "PKK'dan 'ibretlik' gözdağı: 2 militanı diri diri yaktılar" başlıklı haberin yalan olduğu ortaya çıktı. Şemdinli'de bulunan ve 2 HPG'liye ait olduğu belirtilen kemiklere ilişkin haber yapan gazete, henüz ortada hiçbir otopsi raporu yokken ve olayın ne zaman meydana geldiği konusunda hiçbir bilgi yokken, 2 kişinin Kazan Vadisi olayından sonra öldürüldüğünü ileri sürdü. Ancak köylüler, Zaman Gazetesi'ni yalanlayarak, söz konusu 2 kişinin 21 Eylül yani 22-24 Ekim tarihleri arasında meydana gelen Kazan Vadisi'ndeki olaydan tam bir ay önce Çevre (Bayi) Köyü'ne yönelik bombardımanda parçalanarak yaşamlarını yitirdiğini belirtti.

Köy 3 gün bombalandı 

Cenazelerin bulunduğu Şemdinli İlçesi'ne bağlı Çevre (Bayi) Köyü'nün Çarçela olarak bilinen alanının Kazan Vadisi'ndeki olaydan tam bir ay önce 21 Eylül tarihinde 3 gün boyunca yoğun bombardımana tabi tutulduğunu ve bombardımanda köy camisinin de hedef alınarak yerle bir edildiğini söyleyen görgü tanıkları, 2 HPG'linin de söz konusu bombardımanda caminin yanında yaşamını yitirdiğini ve defnetmek istemelerine rağmen, "yasak bölge" olduğu için bir türlü köye giremediklerini bildirdi.

Hayvanlar da telef oldu 

Can güvenliği nedeniyle ismini vermek istemeyen görgü tanığı, bombardıman gününü şöyle anlattı: "Bayi Köyü 2004 yılında askerlerin baskısı üzerine boşaltılmıştır. Bayi köyünde tek sağlam kalan köy camisi de 21 Eylül'deki uçakların bombalaması sırasında yerle bir olurken, caminin yanında bulunan 2 HPG'li burada yaşamını yitirdi. Aynı bombalama sırasında köyde bulunan 4 katır da öldü. Yaşamını yitiren HPG'lilerin iddia edildiği gibi yanmadığı ancak parçalandığını duyduk. Cenazeler köylülerin bölgeye girememesi ve askerlerin de bölgede olmaması nedeniyle bugüne kadar bekletildi. Bombalama sırasında çok sayıda geyik, kurt, tavşan ve ayı gibi hayvanlar da parçalandı. Yapılan hava saldırıları ve atılan gazlardan dolayı bölge adeta cansız alan oldu."

'Camiyi bile yerle bir ettiler'

İsmini vermek istemeyen bir başka görgü tanığı ise, şunları kaydetti: "Şemdinli saldırısından sonra uçaklar durmadı, sürekli bombalama yapıldı. Bayi köyüne yapılan bombalamada 2 HPG'linin yaşamını yitirdiğini duyduk. Cenazeleri almaya çalıştık, ancak bölge yasak bölge olduğu için giremedik. Baskından sonra gözleri o kadar kararmıştı ki köy camisini bile yerle bir ettiler. Köye girmeye çalışan birine 'İki HPG'liyi defnedebilirsen iyi olur' dedik. Ancak köye girmeye çalışan kişi yapılan top atışları nedeniyle köye ulaşamadı. Zaten bölgede ağır koku vardı. Savaş uçakları bölgeye kimyasal bile atmış olabilir."

'Korucular ve askerler köye gidip kemikleri aldı'

Olayın üzerinden 3 ay geçmesinin ardından geçtiğimiz hafta köy muhtarı ve korucuların da aralarında bulunduğu askeri birlik, Bayi Köyü'ne giderek 2 HPG'liye ait cenazeleri alıp Şemdinli'ye getirdi. Şemdinli Devlet Hastanesi'ne getirilen 2 kişiye ait kemikler, daha sonra Malatya'ya gönderildi. Önceki gün BDP Malatya İl Başkanı Gaffar Bayram ve MEYA-DER Genel Başkanı Hüseyin Kuğu, savcı ile yaptıkları görüşmede de savcı, 2 kişiye ait olduğu belirtilen kemiklerin Eğitim ve Araştırma Hastanesi morgunda bekletildiğini iletmişti. DİHA

ÖZGÜR GÜNDEM ÖZGÜR BASIN

Özgür Gündem, Özgür Basın

Yıllardır soruşturmalar, saldırılar ve kapatma davalarıyla karşı karşıya gelen Özgür Gündem gazetesine destek vermek için 50'ye yakın gazeteci ve aydın Taksim'de gazete sattı.
Taksim meydanında bugün (10 Aralık) saat 16.00'da bir araya gelen 50'ye yakın gazeteci ve aydın Özgür Gündem'e destek amacıyla eylem yaptı.
Taksim meydanı ve İstiklal Caddesi'nde Özgür Gündem gazetesini satan destekçiler, basın özgürlüğünü sağlamak için her türlü fikre ve her türlü ifade özgürlüğüne karşı yürütülen baskıcı zihniyetin son bulması gerektiğini, bunlara karşı her zaman direneceklerini söyledi.
Gazeteci ve aydınlar yaptıkları eylemde gözaltına alınan ve hala cezaevinde bulunan Özgür Gündem gazetesi yazarı Cengiz Kapmaz'ın ve diğer cezaevinde bulunan gazetecilerin bir an önce özgürlüklerine kavuşmasını istedi.
Eylemde bianet'e açıklamalarda bulunan aydınlardan Avukat Neslihan Tezel, "Ahmet Şık ve Nedim Şener için yükselttiğimiz sesi, Özgür Gündem ve Kürt gazeteciler içinde yükseltmeliyiz" dedi.
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yaratmak istediği bir gazeteci tipi var" diyen Faruk Arhan sözlerine şöyle devam etti: "Bugün Özgür Gündem bu isteğe karşı geldiği, devletin yazma dediği şeyi yazdığı için bir çok baskıyla karşı karşıya."
Gazeteci Murat Çelikkan da, "Bugün İnsan Hakları günü. Bizler de baskı ve zulme uğramış, cezaevinde bulunan arkadaşlarımız için ve basın özgürlüğü için bugün Özgür Gündem'e destek veriyoruz. Günümüzde olan olayları dikkatli incelediğimizde 90'lara doğru bir dönüş mevcut. Bundan 17 yıl önce de Gündem gazetesi bombalanmış ve birçok tehdit almıştı. Demokrasi içerisinde yönetilen ülkelerde bu gibi durumlar oluşmaz. Biz de bunu hatırlatmak ve bu hassas konuya dikkat çekmek amacıyla toplandık" diye konuştu.
Son olarak konuşan bağımsız gazeteci Kumru Başer ise, "Özgür Gündem, Türkiye'de en çok baskıya maruz kalan gazetelerden biri. Özgür Gündem'e sahip çıkmak için onun fikirlerini ve görüşlerini taşımak gerekmez. Özgür Gündem'e sahip çıkmak demek basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne sahip çıkmak demektir. Bugün burada yapılan onurlu bir gazetecilik eylemidir" şeklinde konuştu.
1994'te de Gündem gazetesi bombalı saldırıya uğramış, fakat o günlerden bu zaman kadar dik duruşunu sürdürerek, ayakta kalmayı başarmıştı. Bombalı saldırısı sonrası da bir grup gazeteci ve aydın, Taksim'de gazete satarak Gündem'e destek vermişti.
Eyleme, Esra Arsan, Merdan Yanardağ, Ayşe Düzkan, İbrahim Aydın, Ali Şimşek, Meriç Şenyüz, Ayça Söylemez, İsmail Saymaz, Süleyman Arıoğlu, Hüseyin Tahmaz, Erdinç Ergenç, Yetvart Danzikyan, Emel Soy, İnci Hekimoğlu, Murat Çelikkan, Kumru Başer, Faruk Arhan, Neslihan Tezel, İnci Hekimoğlu, Onur Erem, Funda Şirinkal, Efkan Bolaç katıldı.

"THKP-C Ayağa Kalk!"

Ankara'daki Hopa davasının iddianamesi, artık var olmayan THKP-C üzerine kurulu, deliller ise "pankart, puşi, kırık şemsiye ve tanınmamak için kestirilen saçlar..."

Ankara'daki "Hopa Davası"nda 22'si tutuklu yargılanan 28 kişi hakkında, iddianamedeki tabirle, "yasadışı THKP-C Devrimci Yol Devrimci Gençlik isimli silahlı terör örgütü üyesi olmadıkları yönündeki savunmalarına itibar edilmeyerek, örgütün bilgi ve istemi içinde örgüt adına suç işleyerek örgüt üyesi oldukları kanaatine varıldı."
Bu "kanaate" neden oluşturan deliller, kırık şemsiyeden başlayıp, puşiye dek uzanıyor. Uzun delil listesinde, piyasada yasal olarak satılan hatta yeni baskısı yapılan kitapların çözümlemeleri ve geniş özetleri de var.

Kanun aynı, yorumu farklı

Altı aydır Sincan F Tipi Cezaevi'nde olan 22 sanık için, bu sürenin sonunda hazırlanan iddianamede, kendi evlerindeki kitapların özet halini okumak herhalde ilginç olmuştur.
31 Mayıs'ta Artvin'in Hopa ilçesindeki polis müdahalesinin ardından gözaltına alınıp tutuklanan sanıklar Terörle Mücadele Kanunu'ndan beraat ederken, onlara destek için eylem yapanlara "terör suçu" uygun görüldü.
Savcı Hakan Yüksel'in hazırladığı, 30 Eylül'de kabul edilen iddianamede "Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) üyesi" oldukları ileri sürülen sanıkların isimleri şöyle:
Ozan Sürer, Ömür Çağdaş Ersoy, Ozan Gündoğdu, Kadir Aydoğan, Başak Eylül Şan, Pelin Bayram, Tayfun Yıldırım, Uğur Uzunpınar, Mehmet Cem Çıplak, Uğur Tuna, Hikmet Tanıl, Göksel Ilgın, Sevgi Sönmez, Soner Torlak, Ferat Konukçu, Can Kaya, Çağrı Yılmaz, Can Türkyılmaz, Hazal Kangal, Nuri Özçelik, Özge Aydın, Demet Yılan, Mahir Mansuroğlu, Zafer Algül, Hamza Doruk Yıldırım, Özgür Atmaca, Cüneyt Çakır ve Eda Dişkaya.

Çok sayıda silah

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) raporları ile Ankara Emniyet Müdürlüğü'nden tutanakların da "delil" olarak eklendiği iddianamede, "terör örgütü" olarak adlandırabilecek bir örgütten beklenmeyen "silahlar" şöyle sıralanıyor: Kırık şemsiye, puşi, afişler, bayrak ve pankart.
Müşteki polislerden birinin, sanık Yıldırım'ın kendisine "Delikanlıysan aşağıya in" diye seslenmesi de savcının işlenen suçları sıralarken iddianameye girmesine uygun gördüğü "kusurlu hareketlerden" olmuş.
Şüphelilerin panzere saldırması da yine suç delilleri arasında. Panzerin akıbeti bilinmiyor.

Kısa saç örgütü

Sanıkların bazılarının "eylemden sonra saçlarını" kestirmesi de "tanınmamak için yaptıkları" öne sürülerek, "teröristliğe" delil oldu. Saçla ilgili delil toplama kısmı, iddianamenin yazılmasından sonra da devam etti.
Sanıklardan Ozan'ın saçı cezaevinde kesilince beş arkadaşı ona moral olsun diye saçını kestirip fotoğraf çektirdi. 10 gün sonra üçü tutuklandı. Savcı iddiasını bu gençler için de sürdürdü: "Tanınmamak için saçlarını kestirdiler."

"İsyan" dediler!

İddianamedeki en dikkat çekici noktalardan biri de, eylemcilerin "İsyan, isyan" diye bağırmasının kanıtlar arasına girmesi. "Yasaklı kitaplar, yasaklı renkler (kırmızı), yasaklı sloganlar" arasında bir de "yasaklı söz" dahil oldu: İsyan.

Suç delili: Kaypakkaya'nın bizzat kendisi

28 kişinin en büyük suçu ise iddianamedeki deyimle, "sol düşüncenin yayılmasını amaçlayan" kitaplar olsa gerek ki, 84 sayfalık metnin çoğu kitapların çözümlemelerine ayrılmış.
Anlaşıldığı üzere Savcı Yüksel, kitapları derin bir incelemeye tabi tutmuş. "Yasaklılar" ise malumunuz: Karl Marx, V. İ. Lenin, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya.
Ve tabii onlar hakkında yazılanlar, onların yazdıkları metinler ve dahi isimlerinin geçtiği, fotoğraflarının basılı olduğu broşürler...

Sol birleşti

Var oldukları dönemde "birlikte" olmayan örgütlerin arasındaki bağlantı, dağılmalarından 40 yıl sonra, sanıkların "aynı sloganı atmasıyla" kuruluyor.
Bu iddianamenin, birçok kez içerikleriyle basına konu olan iddianamelerden en büyük farkı, devletin "yasadışı" ilan ettiği ve 28 sanığı "üyesi olmakla" yargıladığı örgütün aslında var olmaması...
Legal yapılar, bu davayla "terör zincirinin" içerisine dahil ediliyor. Bu çabanın mahkemece karşılık bulup bulamayacağı ise, 9 Aralık Cuma günü görülecek ilk duruşmada anlaşılacak.
Ve eğer yöntem kabul görürse, THKP-C'yi Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne (SBKP), onu 1. Enternasyonel'e bağlayarak, "uluslararası" bir kriz çıkarmak mümkün olacak.

9 Aralık 2011 Cuma

Zaman’da telaş ‘bacayı sardı’

Fethullah Gülen’in “illegal” sözcüsü (çünkü sözcü değilim deyip duruyor) Hüseyin Gülerce, ve Zaman Gazetesi nasıl bir zamanlar Ergenekon’a karşı, şimdi “yol ayrımı” ilan ettiği bir takım “liberal demokratları” kendi gerçek niyetlerini maskelemek için kullandıysa, şimdi de, artık iyice “tapon”laşmış bir takım sözde “sol liberal”lere ve tetikçi-yanaşmalara el atıyor.

Geçenlerde “iki tarafı eleştirme” teorisyeni Prof. Halil Berktay’dan uzun alıntılar yaparak Kürt Özgürlük Hareketi’yle, bütün tutuklamalara rağmen cesaretle dayanışma içinde olan demokratlara saldırmıştı.

Dünkü yazısından da şu ibareyi alalım:

“Kürt şair, yazar ve siyasetçi Kemal Burkay, yasaklı olduğu için 30 yıldır İsveç’te yaşıyordu. 3 ay önce Türkiye’ye döndü. Konuşuyor, röportajlar veriyor. O da Kürt sorununun çözümünü istiyor. Ama PKK-KCK-BDP çizgisinden çok farklı bir duruşu, söylemi var.”

“İllegal sözcü”, bu “Kürt şairinden” de uzun uzun alıntılar yapmış. PKK “Ergenekon davasından ürtüyormuş.”

Ve Zaman gazetesinin internet sitesinin “baş koşesinde” de, Taraf gazetesinde “çalışan” birisinin yazısı olduğu gibi iktibas edilmiş...

Ergenekon’a karşı mücadele aşamasında cemaatin “geçici” ittifak yaptığı ve sonra da fırlatıp attığı “liberal demokrat” kadro ciddiydi.

“İki defa tekrarlanan” her dramatik şey gibi, birincisi “trajedi” ise ikincisi daima “traji komik” olmuştur.

İsimlere bakın hele: Halil Berktay, Kemal Burkay ve Kurtuluş Tayiz...

Cemaat belli ki fena sıkıştı. Nasıl Taraf gazetesinin ipliği Kürt coğrafyasında pazara çıktıysa, cemaatin de ipliği Bölge’de pazara çıktı.

iLK MEKTUP 18 MART 1999’DA SON MEKTUP 10 MAYIS 2011’DE

Devletin Kandil’e bugüne kadar 10’a yakın mektup getirdiğini ve son mektubun da 10 Mayıs 2011 tarihinde getirildiğini söyleyen Karayılan’ın açıklamaları gündemi sarsarken, tutuklu yazarımız Kapmaz da ilk mektubun 18 Mart 1999’da götürüldüğünü yazmıştı

» SON MEKTUP SEÇİMDEN ÖNCE

ANF’ye konuşan Karayılan’ın mektuplara ilişkin açıklamaları “avukatların kuryelik yaptığı” iddialarını boşa çıkarırken, son mektubun 10 Mayıs 2011’de götürüldüğü ortaya çıktı.  24 Eylül 2011’de ROJ TV’ye konuşan Karayılan, Öcalan’ın seçimlerden önce gündeme getirdiği protokollerin kendilerine devlet tarafından iletildiğini söylemişti.

» CENGİZ KAPMAZ YAZMIŞTI

Karayılan’ın gündeme getirdiği mektupların Kandil’e ulaştırıldığı yönündeki iddialar daha önce de gündeme gelmişti. Öcalan’ın avukatlarıyla birlikte tutuklanan yazarımız Cengiz Kapmaz, kitabında devletin İmralı’dan Kandil’e en az 12 mektup taşıdığını, ilk mektubun da 18 Mart 1999’da götürüldüğünü detaylı şekilde yazmıştı.

 
İlk mektup 18 Mart 1999 Son mektup 10 Mayıs 2011
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 27 Temmuz’dan bu yana avukatlarıyla görüştürülmüyor. Son olarak geçen hafta Öcalan’ın 33 avukatı tutuklandı. Avukatların tutuklanmasını hükümet yetkilileri “İmralı ile Kandil arasındaki bağ koparıldı” sözleriyle değerlendirirken, avukatların İmralı’dan talimatları Kandil’e ilettiği ileri sürüldü. Ancak KCK Yürütme Konseyi Murat Karayılan’ın önceki gün Fırat Haber Ajansı’na (ANF) yaptığı çarpıcı açıklamalar ise tartışmayı başka boyutlara taşıdı.

Karayılan, avukatların kendilerine herhangi bir talimat getirmediğini, İmralı’da 10’a yakın mektubun bizzat devlet heyetleri tarafından kendilerine iletildiğini duyurdu. Karayılan, Öcalan’ın elyazısı olan mektupların kendilerinde bulunduğunu, eğer yargılanacaksa kuryelik yapan devletin yargılanması gerektiğini söyledi.

En az 12 mektup

Karayılan’ın gündeme getirdiği mektuplar ve Öcalan’ın elyazısı metinlerin Kandil’e ulaştırıldığı yönündeki iddialar daha önce de gündeme gelmişti. Devletin İmralı’dan Kandil’e mektup taşıdığı konusu ilk kez, Öcalan’ın avukatlarıyla birlikte tutuklanan gazetemiz Özgür Gündem’in yazarı Cengiz Kapmaz tarafından gündemleştirilmişti. Kapmaz’ın yazdığı “Öcalan’ın İmralı Günleri” adlı kitapta, devletin İmralı’dan Kandil’e en az 12 mektup taşıdığı kaydedilmişti. Belgeleriyle bunları ortaya koyan Kapmaz, ilk mektubun 18 Mart 1999’da Öcalan tarafından PKK Başkanlık Konseyi’ne iletilmek üzere devlet yetkililerine verildiğini belirtmişti. Kapmaz 18 Mart - 3 Ekim 1999 tarihleri arasında PKK Başkanlık Konseyi’ne 8 mektubun gönderildiğini aktarmıştı. Kapmaz bu konuda şöyle demişti: “Devlet, Öcalan-PKK iletişiminde engel değil, tersine kolaylaştırıcı pozisyonundaydı. Öcalan, yargılanmasından sonra da 4 mektup daha gönderdi.”

Karayılan açıklamıştı

Öcalan’dan Kandil’e 1999’dan sonra kaç mektubun gönderildiği konusunda net bir bilgi olmamakla birlikte, son olarak Öcalan’ın elyazısı mektubunun ne zaman Kandil’e iletildiği konusunda çarpıcı bilgiyi ise yine Karayılan açıklamıştı. 24 Eylül 2011’de ROJ TV’ye konuşan Karayılan, Öcalan’ın seçimlerden önce gündeme getirdiği protokollerin kendilerine devlet tarafından iletildiğini söylemişti.

Protokoller 10 Mayıs’ta

Karayılan, protokollerin “devlet yetkilileri tarafından 10 Mayıs 2011’de kendilerine iletildiğini, kendilerinin bir toplantı alarak bu protokoller üzerinde tartıştıklarını ve devlet yetkililerine protokolleri kabul ettiklerini söylediklerini” açıklamıştı. Öcalan’ın 3 protokolünden söz eden Karayılan, “Bu protokollerin her biri el yazısı ile 2’şer sayfaydı” demişti. Karayılan, devlet yetkililerinin protokolleri hükümete sunduğunu, ancak hükümetin protokolleri kabul etmediğini de dile getirmişti.

3 gün süren görüşmeler

Karayılan, aynı zamanda PKK ile MİT yetkilileri arasında “Oslo’da yapıldığı” belirtilen görüşmelere ilişkin de dikkat çekici bilgiler vermişti. Karayılan, bu görüşmelerin kamuoyunda tartışıldığı gibi “sadece PKK ile MİT arasında gerçekleşen sıradan bir görüşme olmadığını, bu görüşmelerde hükümet ve devlet yetkililerinin de bulunduğunu” duyurmuştu. Karayılan, söz konusu görüşmelerden bazılarının “3 gün bile sürdüğünü” açıklamıştı.
 
‘AKP’nin yeni anayasa istemi şüphelidir’

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Fırat Haber Ajansı’na (ANF) röportaj verdi. Ortadoğu’daki gelişmeleri değerlendiren Karayılan, özellikle Türkiye’nin başını çektiği güçlerin Kürtleri statüsüz bırakmaya çalıştığını söyledi. Suriye, Irak ve İran’da bu konuda bir konseptin olduğunu belirten Karayılan, BDP’ye yönelik baskılara da değindi. Karayılan, şunları söyledi: “BDP yapısı içerisinde teslim olan kimse olmadığı için, artık BDP dışında bir takım arayışlar gündemleştirilmiş bulunuyor. Öncelikle saldırıların bu kadar yoğunlaşmasının altında BDP’nin zeminini kurutmak, BDP’yi daraltmak ve boşalan zemine başkalarını oturtmak yatmaktadır.” Karayılan, BDP’nin Meclis’te çekilmesi yönündeki tartışmalar için de şunları söyledi: “Kürt siyasetinin seçeneklerinden birisi de sine-i millete dönme seçeneğidir. Şu aşamada AKP hükümeti Kürt siyasetini meşru zeminden atmak istiyor. Dolayısıyla en azından bu aşamada Kürt siyasetinin gündeminde böyle bir şey olmaması gerekir.”

Dersim Katliamı ile ilgili Erdoğan’ın özür dilemesini değerlendiren Karayılan, “Bu bir özür değil, bir taktik çıkıştır. Gerçek anlamda özür dilenecekse; hakikatleri ortaya çıkarmak gerekir. Bunun için biz, bir Hakikatleri Araştırma Komisyonu önermiştik. Gerçekten özür dilenecekse yeni politikalara ve yeni yasalara ihtiyaç olur. Açık ki şimdi yapılan bu değildir” dedi.

Anayasa çalışmalarına da değinen Karayılan, “AKP iktidarının sivil-demokratik bir anayasayı yapma istemi şüpheli bir husustur. AKP daha çok onu-bunu kullanarak, otoriter sistemini pekiştiren bir anayasa yapmak istemektedir. Önemli olan buna alet olmamaktır” diye konuştu.

TEZGAH

Yıl 1986. Antep Özel Tip Cezaevi. Birkaç kişi hariç, tüm 12 mart mahkumları çıkmışlar. Bekliyorum bir aydır çıkaracaklar diye. Ama çıkarmıyorlar. Abim, İsmet’le Atila dışarıda uğraşıyorlar, beni çıkarmak için. Sonunda İsmet geldi, “tamam,” dedi, “yarın çıkıyorsun. Kıyamet kadar para harcadım. Cebim delindi. Çıktığında anlatırım.” Gitti. Kendi için varlık davası gütmeyen, derviş ruhlu, mülayim, sezgi yeteneği güçlü, zeki bir insandı.
Ertesi gün, elimi kolumu sallayıp çıkacağım derken, üç polis geldi, beni aldı, kelepçeleyip cipe soktu. Deli kızın çeyizini andıran, dağınık, külüstür mahallelerden geçip gittik. Antep Emniyetinde bir hücreye koydular beni. Burası Emniyet de olmayabilirdi. Bilmiyorum. Polislerden biri, koridorda karşılaştığına, “kuşu getirdik,” dedi. Kafeslere alışan ve kendi iç sıcaklığından dışarı fazla çıkmayan bir kuş olduğum için durumu garipsemedim. Her zamanki gibi, hücre duvarlarını incelemeye koyuldum; bakışlarımla, sırlarımı aydınlatacak, anlayacak sırların izlerini sürerken, kapı açıldı, iki polis beni alıp üst kata çıkardı. Genişçe bir odaya girdik. Büyük bir masanın çevresinde dört kişi oturuyordu. Masaya Şura-yı Devlet ciddiyeti hakimdi. Başta oturan ve akma hançer gibi bakan potuk yüzlü adam, Antep Emniyet Müdürü ve Kars’lı olduğunu belirttikten sonra, “Eeee hemşerim,” dedi, “anlat bakalım, 13 yıl yattın, bugün tahliye oldun. Nereye gidecek ve gidince ne yapacaksın?” Pür dikkat yönelen bakışları anlamaya çalışıyordum. “Uzun yıllar, normal hayattan ayrı yaşadım,” dedim. “Od yok, ocak yok. Bir iş bulmam, bir yuva kurmam, muhit edinmem gerekiyor.” Beklenen cevabı alamamış olmanın verdiği şaşkınlık ve alayişle birbirlerine baktılar. James Bond’u çağrıştıran adam, “Bir devrimciye yakışır biçimde konuşmuyorsun,” dedi. “Ne yuvası, ne işiymiş. Yoldaşların seni bekliyorlar dağlarda. Mağaralarda sıkışıp kalmışlar; dardalar, karanlıktalar. Gidip kandilin fitilini kaldırmayacak mısın?” Hemşerim gülümsüyordu. “PKK iki yıldır savaşıyor, sizinkiler de seni bekliyorlar,” diye söze girdi. “Memlekette düdükle hareket eden bir yığın insan var. Onları halk savaşı yolunda seferber etmeyi düşünmüyor musun?” Gülümsedim, “düdükle gelen, düdükle gider,” dedim. Bond’un tam karşısında oturan ve yüzü insanda, sivri burun, karağöz balığını çağrıştıran adam, külliyetli, ciddi bir sesle, “sen şimdi, ‘hayatta hiç dağa çıkmam,’ mı demek istiyorsun?” diye sordu. “Hayır, öyle bir şey söylemedim,” dedim. Salonu kemiren gerginlik yumuşadı birden. “Haa saadete gel bakalım,” dedi Emniyet Müdürü. “Biz de bunu öğrenmek istiyoruz. Ne zaman çıkmayı planlıyorsun?” Hayatını, nezarete aldıklarının eylemlerini ve düşüncelerini öğrenme üzerine kuran hemşerimin, çaylaklığına şaştım. “Ülke işgal edilirse,” dedim. Şura-yı Devlet azaları, ‘Tİ’ye alınmış olmanın verdiği eziklikle acı acı gülümsediler. “Sen boş ver bu ağızları,” dedi hemşerim, “o zaman biz de çıkarız dağa, sizinle omuz omuza dövüşürüz, düşmana karşı. ”
Ağız yoklama toplantısı iki saate yakın sürdü. Beni yeniden hücreye aldılar. Yiyecek, içecek hiçbir şey vermediler. Akşama doğru götürüp askeri garnizona teslim ettiler. Kendimi, marş ve rap rap’larla uğuldayan bir hücrede buldum. ‘Askere götürecekler her hal,’ diye düşündüm. Geceyi hücrede aç susuz geçirdim. Ertesi günün akşamı, beni aç susuz olarak hücreden çıkarıp, bir cipe bindirdiler. Önde cipi kullanan bir Başçavuş, yanında bir Üst teğmen, arkada ben, sağ ve solumda, yaşları geçkince iki er. Cip, az ileride, bir binanın önünde durdu. Binadan çıkan iki subayın bir başka cipe bindiklerini gördüm. Hareket ettik. Antep’in içinde, garajlara doğru giderken, Üsteğmen, “kaç asker öldürdün lan,” diye homurdandı. Şaşırdım. “Ben tutuklu değilim, sorguya çekemezsiniz,” dedim. “Tutuklu değilsin ama ölüsün,” diyerek sustu. İkide bir aynalara bakan Başçavuş, “verdiğin cevap, asker katili olduğunu ispat ediyor,” dedi. Hiç kimseyi vurmadığım halde, bunların böyle konuşmalarını dolduruşa getirildiklerine yordum. Garajlara yaklaştığımızda, Üsteğmen, arkadan gelen cipi kastederek, “onlar garajlara girmeyecekler,” dedi.
Cip, garajlara girdi, tenha bir yerde, tuvaletlerin önünde durdu. Üsteğmen inerken tabancasını çıkardı, “indirin,” dedi. O ana kadar askere götürüldüğümü sanıyordum. Tabancayı ve tenha karanlığı görünce, yargısız bir infazla karşı karşıya olduğumu anladım. Cipten, iner inmez, belki yolculardan birileri olur diye tuvaletlere bakarak, “Merhaba abi, ne arıyorsun buralarda? Oooo, bütün kardeşlerim gelmiş!” diye bağırdım. Bağırınca, askeri tim, tuvalete doğru baktı ve o anda Yeşilçam filmlerinde olduğu gibi karanlıktan hızla abim İsmet çıktı. Afalladım. Rüya mı görüyordum? “Sen o tabancayla kardeşimi mi vuracaksın?” diye bağırarak Üst teğmenin karşısına dikildi. Adam, tabancayı kılıfına soktu. Ses etmeden, cipe atlayıp gitti.
Biz orada, iki askerle baş başa kaldık. “Bunların niyetinden biz kuşkulandık,” diye başladı abim. “Atila ile birlikte 24 saattir tel örgülerde, nizamiyelerde dolaşıp duruyoruz. Nöbetçi askerlerden aldığım bilgilerle senin hücrede olduğunu öğrendim. Garajlarla garnizon arasında mekik dokuyup durdum. Sen Allah’a inanmıyorsun, ama işte Allah var. Tel örgülerdeki nöbetçi asker bana, ‘karanlık çöküyor, burada bekleme, garajlara git,’ dedi. Ben Atila’yı, tüm akrabaları getirmesi için gönderdim, kendim de garajlara geldim. Korkunç susamıştım. İki şişe su içtim. Tuvaletlere sık sık gitmeye başladım. Bak, hiç kimse yok. Seni bu karanlıkta vuracaklardı. Askere götürülürken kaçmaya kalkıştı, kaçarken de asker vurdu,’ diyeceklerdi. Memleketin her yerinde takır takır insanları vuruyorlar. İnsan, sudan ucuz şimdi. Bana o iki şişe suyu kim içirdi? Beni sık sık tuvaletlere kim gönderdi, düşün biraz. Buna tesadüf denir mi?”
Garaj karanlığında, iki askerin arasında, iki şişe suyun kerametine karşı çıkacak durumda değildim. Kafam, Hapisten çıktığım andan itibaren işleyen saatlerin çetelesini tutmak, Antep Emniyet Müdürlüğündeki toplantıyı yorumlamak ve “tutuklu değilsin, ama ölüsün,” sözünü anlamlandırmakla meşguldü.
Muzaffer Oruçoğu

Kürt illeri Çin'e çevriliyor'

Meclis'te bütçe üzerine konuşan BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt, bölgeler arası eşitsizliğe, halkın yoksullaşmasına rağmen yeni zenginler türemesine dikkat çekti.
ANKARA - Bütçe görüşmeleri üzerine BDP grubu adına konuşan BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt, yaratılan düzenin "insanın insana kulluğunu" dayattığını altını çizdi. Kapitalist sisteme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kurt, sistemin ilk büyük ekonomik krizi olan 1929 krizinden sonra sistemin devletleştiğini ve ardından da IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar ürettiğini dile getirdi. 1970'li yıllarda küreselleşme denilen dönemin başlatıldığını ve 2000'li yıllardan sonra da bu senaryoya Türkiye'nin dahil edildiğinin altını çizen Kurt, bu senaryo ile Türkiye'nin "kolay para kazanılabilir ve ucuz işgücü cennetine" dönüştürüldüğünü ve bunun da emek cephesi açısından tam bir karanlık dönemin başlangıcı olduğunu söyledi.

'Bölgesel asgari ücretle Kürt illeri Çin'e çevriliyor'

Kurt, AKP'nin piyasacı neo-liberal dönüşüm politikalarını hayata geçirdiğini bununla halka daraltıcı maliye ve özleştirme politikalarını reva görürken, özel teşebbüslere kapıları sonuna kadar açtığını ve milyonlarca insanı vahşi kapitalizmin insafına terk ettiğini söyledi. Köy boşaltmalarıyla metropollerin ucuz emek deposuna, yeni istihdam stratejisiyle de iş güvencesinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını dile getiren Kurt, "Bölgesel asgari ücret uygulamalarını devreye koyarak belli bölgeleri özellikle de Kürt illerini Çin'leştirmeye çalışıyorsunuz" dedi. Hükümetin politikalarına yönelik eleştirilerini sürdüren Kurt, öğretmenlerin işsiz bırakıldığını, üniversite mezunlarının işsiz bırakıldığını dile getirdi.

'Türkiye ekonomik olarak Yunanistan'dan daha iyi değil'

Gelinen aşamada "kapitalizmin maddi uygarlığının çok ciddi çöküş sinyalleri verdiği" tespitini yapan Kurt, ABD ve Avrupa Ülkelerinde baş gösteren ekonomik krizlere dikkat çekti. Krizin Türkiye'ye etkilerini de değerlendiren Kurt, "krizin teğet geçtiği" sözlerinin gerçeği yansıtmadığını söyledi. Avrupa ülkelerindeki kriz nedeniyle yönetimlerin istifa etmesini, "neoliberal sistemin son hamlesi olarak" nitelendiren Kurt, Yunanistan'daki kötü gidişatı örnek gösteren AKP hükümetine de, "Sen önce haline bak derler insana" diyerek şöyle konuştu: "Komşumuz Yunanistan krizi sürüklenirken, Türkiye ile sadece kültürel benzerliklerinin olmadığını anlamak için ekonomik göstergelere bakmakta fayda var. İflas eden Yunanistan'da Milli Gelir Artış Hızı yüzde 5,1 iken, Türkiye'de 5,6, Cari Açık Yunanistan'da yüzde -9,6 iken, Türkiye'de -9,7, bütçe açığı -9,1 iken, Türkiye'de -1,7 dolaylarında. Krizin en büyük göstergesi olan cari açıkta Yunanistan'la benzeriz. Bütçe açığında ise Türkiye daha iyi bir durumda gözükse de bunun nedeni sıcak para girişinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla bunun yüksek faiz uygulamasından dolayı olduğu göz önünde bulundurulursa, ne kadar kaygan bir zeminde bir ekonomimiz olduğu daha net görülecektir."

'Cari açığı sizin gibi Yunanistan'da umursamıyordu'

Türkiye'nin "cari açığı umursamayan" tutumunu da eleştiren ve "Yunanistan ile İtalya'da bir şey olmaz dediler krize sürüklendiler" uyarısında bulunan Kurt, "90 milyar TL cari açığın olduğu Türkiye için AKP hükümeti olarak bu vahametin ne kadar farkındasınız?" sorusunu yöneltti. Ekonomik krizle birlikte gıda fiyatlarının artmasına da işaret eden Kurt, Türkiye'de 2005 yılından bugüne kadar yıllık ortalama olarak gıda fiyatlarında yüzde 65 oranında artış yaşandığını söyledi. Kurt, "AKP hükümeti krizi yönetmemiştir, krizi finanse etmiştir. Krizi nasıl finanse ettiği de ortadadır, sıcak para girişini sağlamak için yüksek faiz ve içerde yüksek vergi oranları" diye konuştu.

Nazım Hikmet in "Ol mahiler ki derya içredür deryayı bilmezler" dizelerini anımsatan Kurt, "Her kes artık içinde yüzdüğü saltanatın, rantın, rahatlığın denizinden kafasını bir an önce çıkarmalı ve ülkenin gerçek durumuna bakabilmelidir" çağrısında bulundu. Yoksulluğa rağmen, milyonerlerin bir yılda 9.599 kişi arttığına vurgulayan Kurt, bu artışların halkın büyük kesiminin yoksullaşması uğruna yaşandığını söyledi. "Türkiye de milyonerler bu kadar artarken, 3,5 milyon asgari ücretli ve onların aileleriyle birlikte yaklaşık 13 milyon yurttaş asgari ücrete bağımlı halde yaşıyor" hatırlatmasında bulunan Kurt, asgari ücretin de düşüklüğüne dikkat çekti.

'Yüzde 50'ye kanmayın'

Kurt, OECD'nin "Hayat Nasıl" 2011 raporuna göre, Türkiye'nin 40 OECD ülkesi arasında memnuniyet sırasında 32. sırada yer aldığını ve insanların "biz kendimizi mutlu his etmiyoruz" dediğini belirtti. Yine OECD raporuna göre, gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu üç ülkenin Şili, Meksika ve Türkiye olduğunu anımsatan Kurt, OECD 2011 raporuna göre, Avrupa'daki ülkelerde zengin ile yoksul arasındaki gelir adaletsizliği son 30 yılın en vahim noktasına ulaştığını, Türkiye'de zengin ile yoksul arasındaki gelir farkı 14 kata çıktığını söyledi. Bölgeler arasındaki eşitsizliği, "batıya fabrika yol, doğuya jandarma karakol" şeklindeki bir kamyon arkası sözle dile getiren Kurt, aynı raporlara göre ortalama yoksulluk oranı yüzde 11 olmasına rağmen bu oranın Türkiye için yüzde 18'lere çıktığını söyledi. AKP'ye de, "sakın yüzde 50'lere kanmayın… Bu ülke de Kenan Evrenin anayasası dahi yüzde 90'ın üzerinde oy alarak kabul edildi" uyarısında bulunan Kurt, AKP'nin statükocu olduğunu söyledi. AKP'nin kendi tabanının "türban talebini" bile statüko ile yaptığı uzlaşma nedeniyle unuttuğunu anımsatan Kurt, AKP'nin bir çok alandaki politikalarını sert eleştirdi.

AKP'ye "Kürtleri yedeğine almaya çalışma Kürtler kimsenin yedeğine düşmez" uyarısında bulunan Kurt, "Çünkü Kürtler bugün dünya da 40 milyon nüfusa sahip ve devleti olmayan tek halk olarak tarihsel direniş ve ileri düzeyde ideolojik politik güce kavuşmuş bir halktır" değerlendirmesinde bulundu. KCK operasyonların da, "cemaatler koalisyonu" yapıldığını dile getiren Kurt, bununla, "Ortadoğu'nun en büyük demokrasi hareketini cezaevlerine doldurularak" sonuç alınmak istendiğini belirtti. 

'İsmet Paşa şaki öldürdük, Erdoğan paşa terörist öldürdük diyor'

'İsmet Paşa şaki öldürdük, Erdoğan paşa terörist öldürdük diyor'
AKP'nin akil adamlarının Kürt sorununda baltayı taşa vurduğunu belirten Kurt, bu kesimlerin "parlatıp, cilalayıp başbakana sattıkları 'terörle mücadele, siyasetle müzakere' stratejisi aslında Kürtlerle ille de mücadele eksenli bir strateji" olduğunu söyledi. Kurt, bu politikanın uzun vadede kaybedeceğini söyledi. AKP'ye "bu halk 17 bin faili meçhul cinayetle, Dersim, Ağrı katliamlarıyla bitmedi" hatırlatmasında bulunan Kurt, "Başbakan Erdoğan Dersim'de babasını soran çocuğun süngülendiğini söylüyor. Doğrudur. Peki Şırnak ta polis bombasıyla öldürülen 18 aylık Mehmet Uytun'un babası şimdi oğlunu soruyor. Başbakanın 18 aylık Mehmet'in babasına verecek bir yanıtı var mı? Kızıltepe'de babasıyla birlikte katledilen ve katilleri beraat eden Uğur Kaymaz kurşunla katledilirken babasının yanında olmaktan başka ne suçu vardı? 1938 de ismet paşa Dersim' de şakileri öldürdük diyordu, şimdi Tayyip paşa 13 yaşındaki uğur için terörist öldürdük diyor" dedi.

'Karşımda Çilerin kabinesini görüyorum'

Ekonomik mallara el koyma tasarısına da tepki gösteren ve muhalefete de "Tutarlı olmaya davet" eden Kurt, hükümetin komplocu olduğunu anımsatarak, "Peki yarın o çok sevdiğinizi ifade ettiğiniz Türkan hocanın açtığı derneği kapatırlarsa, topluma nasıl bir açıklama yapacaksınız? Başbakan doğrudan BDP ve CHP'li belediyelere Alman vakıfları tartışmaları üzerinden iftira atmadı mı? Yarın bu yolla belediyelerin varlık ve ödeneklerine ipotek koyup, yerel yönetimleri işlevsiz bırakacaklarını hiç aklınıza getirmiyor musunuz?" sorusunu yöneltti. AKP içindeki Kürtlere de Fetullah Gülen'in Kürt fetvasını anımsatan Kurt, "Sadece Kürt olduğunuz için bu ırkçı sistem karşısında büyük bir risk altındasınız. Yarın çevrenizde kimseyi bulamayabilirsiniz" uyarısında bulundu. Kurt, "Şimdi dönüp Hükümet sıralarına baktığımda, aslında 1994'ün Çiller Hükümetini görüyorum. Çünkü farkınız kalmadı. Aynılaştınız" dedi. Kurt, Tansu Çilerin, "PKK'ye haraç veren işadamları ve sanatçıları biliyoruz" Erdoğan'ın da "PKK'nin zorla harç aldığı iş adamlarını biliyoruz" sözlerini kanıt olarak gösterdi. AKP'nin Ortadoğu politikasını da eleştiren ve bu politikanın merkezinde "Kürtlerin yer aldığını" vurgulayan Kurt, "Çünkü Kürtler denge pozisyonundadırlar. AKP'nin sorunu sadece Türkiye'de yaşayan Kürtlerle değil, Ortadoğu'da kimliksiz yaşamak durumunda bırakılan tüm Kürtler'dir" dedi. DİHA

EROĞAN A SUİKAST- KILIÇDAROĞLUNA SUİKAST-DENİZ BAYKAL A SUİKAST

İlköğetim öğrencisi suikast maillerinden yargılanıyor!


Ergün AYAZ- Soner GÜLEZER/GÖLCÜK (Kocaeli), (DHA)



İlköğetim öğrencisi suikast maillerinden yargılanıyor! KOCAELİ’nin Gölcük İlçesi’nde 2010 yılının Mayıs ayında Deniz Baykal için, bir ay sonra da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için ’suikast yapılacağı’ iddiasıyla e-mailler gönderen ilköğretim okulu 8’inci sınıf öğrencisi 14 yaşındaki E.T., 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor.

Gölcük Asliye Ceza Mahkemesi’nin gizlilik kararı aldığı yargılamanın bugünkü duruşmasına katılan E.T., Adliye çıkışı yaptığı açıklamada olayın böyle gelişeceğini tahmin edemediğini söyledi. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün internet sitesine gönderdiği e-mailleri uzaktan bir akrabasının yazdırdığını söyleyen E.T., "Ben çok pişmanım. Okumak istiyorum. Cahilliğime geldi. Bir daha yapmayacağım" dedi.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün internet sitesine önce ’Deniz Baykal 20 Mayıs’ta vurulacak. Vur emrini Sarıgül verdi’, bir ay sonra ’Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu 12 Temmuz’da katledilecek’ e-maillerini gönderilmişti. Polisin, bilgisayar IP numarasından e- mailleri internet kafeden gönderildiğini ve gönderen kişinin de Gölcük’ün Halıdere Semti’nde oturan ilköğretim okulu öğrencisi E.T. olduğunu saptadı. Soruşturmanın ardından E.T. hakkında Gölcük Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.